Av tutkusu,doğa aşkı...
Yaklaşık 40 yıldır hiç vazgeçemediğim ve bacaklarımın beni taşıdığı müddetçe de vazgeçemiyeceğim hobim var.Gerçi buna hobi demek bile bu tutkuya ihanet gibi geliyor bana.Tüm benliğimi ele geçiren devasız aşk gibi bir duygu.
İlk önceleri sadece avcılık olarak başladığım ve tatil günlerimi değerlendirdiğim bir hobi idi benim için.Ancak zaman içerisinde doğa ile tanışmam ve onunla bütünleşmem bu hobimi doğa tutkusu ile birleştirdi.Av doğa ve ben bir bütünü oluşturduk,artık Eylül ayını dört gözle bekler oldum.Ve o aydan itibaren hemen hemen tüm tatil günlerimi,ben,tüfeğim ve köpeğimle doğada geçirir oldumÖzgürlüğümü,tüm streslerimden arınmış,tüm haftanın yorgunluğunu üzerimden atmış ve doğa ile sohbet etmenin o sonsuz mutluluğu olarak yaşıyorum.Ve her hafta sonu tüm olumsuzlukları geride bırakıp o vefalı dostum doğaya koşuyorum.Bu duyguyu tüm yönleriyle anlatabilmeyi o kadar isterdimki,fakat kelime haznemdeki biirikimlerim bile buna kafi gelmiyor.İşte öylesine bir tutku ve öylesine bir aşk.Doğa ile bütünleştiğimde avın bile ikinci planda kaldığı ,bazı zaman tüm gün boyu bulmağa çalıştığım ava bile tüfek çevirmediğim oluyordu.Ancak ,avın o doyumsuz heyecanını da yadsıdığım söylenemez.O da apayrı bir duygu.Şöyle bir düşlemeğe çalışın,köpeğiniz 20 adım önünüzde av kokusuna girmiş kuyruğunu sağa sola sallayarak işaret veren ,burnunu yerden kaldırmadan çabuk adımlarla bir an önce ava yaklaşmağa çalışan ve ava 2-3 metre kaldığında heykel gibi kaskatı keşilmiş şekilde fermaya duran ve senden yapması gereken işlem için komut beklemesinin avcıya verdiği heyecanın hiç bir şekilde anlatılması mümkün değildir.Ancak bunu yaşayanlar bilebilir.
Doğa ile dostluğumuz bir hayli ilerlemiş o ve ben birbirimizi olduğumuz gibi kabullenmiş,birbirimiz hakkında sadece bildiklerimizle yetinmeyi öğrenmiştik.(Tabi ki sadece ben) Ta ki Ermenak yaylalarını tanıyıncaya kadar.(Ermenek o yıllarda Konya'nın daha sonra da Karaman ilinin ilçesi olmuş,başta insanları olmak üzere her yönüyle güzel ,yaşanılması ve tanınması gereken bir yöremizdir.)Bu yaylalar ki herbiri birer doğa harikası.Üzerinde yaşayan ve geçen tüm medeniyetlerin kendilerine özgü izlerini şu an bile görebilme olasılığı vardır.Ayrıca yaylalardaki avlakların bereketine daha sonra değineceğim.Şimdi,doğa'nın tanıdığım ve çok mutluluk duyduğum bir başka yönünü anlatmağm çalışacağım.
Memuriyetim dolayısiyle Ermenek'e atandığımda 15 gün içerisinde av ekibini kurduk.Başta veteriner Rıza olmak üzere Bankacı Kemal ve çıftçilik yapan Ali Çayır (1994 yılında Ali Çayır'ı bir mera tartışması yüzünden boşu boşuna yitirdik.Çok dürüst,çok değerli ve çok sevilen adam gibi adamdı.Allah rahmet eylesin) sürekli bu ekiple avlanırdık.Ara sıra Kemal'in gelmediği de olurdu.İşte bu ekiple 1989 yılı eylül ayının bir cuma günü,ertesi günkü av için proğram yaptık.Ve cumartesi sabahı aat 05.30 da yola çıkmayı kararlaştırdık.Her zaman olduğu gibi,akşamdan çantamı,tüfeğimi,giysilerimi hazırladım.Erken kalkacağım için saati kurup erkenden yattım.Aradan ne kadar zaman geçti bilemiyorum,uyandım,uykulu gözlerle saate baktım 05.25 idi hemen kalktım giyindim.Gürültüme eşim de kalkmıştı.Av çantama akşamdan yaptığı börek ve kurabiyelerden koydu.Bu arada bende Rıza'ya telefon edip kendisini bankanın önünde bekleyeceğimi,Ali'yede haber vermesini söyledim.Çantamı,tüfeğimi sırtlayıp aşağıya indim.10 dakika sonra Rıza araba ile geldive Ali'yi almağa gittik.Ali'de evden çıkmış geliyordu,Arabaya bindiğinde "-Saatten haberiniz varmı?yoksa sizi evden mi kovdular.Ne işimiz var gecenin bu saatinde yaylada"deyince saate baktım ve gözlerime inanamadım çünkü saat 03.50 idi yani benim saati 05.25 olarak gördüğümde 03.25 imiş.Rıza'da bana güvenip saate bakmayınca yarı gecede yola çıkmış olduk.Saat 04.30 gibi Tekeçatı yaylasında çoban ateşimizi yakmış üzerinede çaydanlığımızı oturtmuştuk.Koyu bir sohbet eşliğinde nefis bir kahvaltı yaptık.Boşalan çay bardağımı doldurup yüksek bir taşın üzerine oturdum.Hem çayımı yudumluyor hemde yaktığım sigaradan nefesler çekerek karanlık Tekeçatı vadisindeki dereyi görmeğe çalışıyordum.Ama ne mümkün,gördüğüm sadece koyu bir karanlık,ara sıra derinden derine suyun sesi duyulabiliyordu.Bir müddet sonra tüm vadiyi dereyi takip ederek ince bir sis tabakası kapladı.Zaman içerisinde yavaş yavaş kalınlaşan sis yükselerek ayaklarımızın altına kadar geldi.Sanki bulutların üzerinde geziyorduk.Sabah olmak üzereydi,alacakaranlığın içinden bir kaç çakal uluması duyuluyordu.Bu seslere karışan başka seslserde duyuluyordu fakat uzak olduğu için ne sesi olduğu anlaşılmyyıyordu.Biraz daha dikatli dinleyince karga sesleri olduğunu anladım.Ve çığlık çığlığa, telaşlı bir karatavuğun sesine diğer bir karatavuk kuşu cevap veriyordu.Artık doğa uyanmağa başlamıştı.Sisin üzerinde tek tük ibibiklerin uçmaları görülebiliyordu.Nihayet,otuduğumuz tepenin öteki yamacından keklik ötmeğe başladı.Sanki cevap ararcasına kısa aralıklarla tüm gücüyle feryat ediyordu ve bir müddet sonra uzaktan yakından beklediği cevap gelmeye başladı.Oldum olası bu sesler beni çok etkilemiştir.Birden bire sesler kesildi,kalabalık bir keklik sürüsünün kanat sesleri eşliğinde keskin ıslıklarla sabah yemine inen sürülerin sesleri tüm vadide yankılanıyordu.İşte,doğa tüm haşmeti ve güzelliği ile uyanmıştı.Hafiften esen sabah meltemi vadideki sisi alıp götürdüğünden oturduğumdan beri meraklı gözlerle baktığım tekeçatı vadisi ve deresi görünmüştü.Gerçekten herkese nasip olmayacak bir manzara seyrediyordum.Karşi tepenin üzerinden güneş kızıllığı belirdi,asırlık ağaçların arasından süzülüp gelen bu ışıklar av zamanının geldiğini bildiriyordu.Büyüsüne kapıldığım bu doğa uyanışından Rıza'nın sesiyle uyandım."Hadi müdürüm keklikler bizi bekliyor,zaman av zamanıdır"ve yeni bir ava başlamak üzere hazırlığımızı yapmağa başladık.HAYDİ RASGELE....................
2 Comments:
Cok guzel bir yazi olmus,kalemine yuregine saglik!
güzel yorumun için çok teşekkürler
Yorum Gönder
<< Home