deredentepeden

24 Nisan 2007

ÇOCUKLARIMIZDAN ÖZÜR DİLİYORUM.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı hepimize kutlu olsun,sevgili dostlar. Tüm ulusal bayramlarda olduğu gibi,bu bayramda kutlamaları seyredebilmek ve biraz da nostalji yaşayabilmek amacıyla törenlerin yapıldığı alana gittim.Her taraf tıklım tıklım doluydu,kalabalık içinde bende kendime bir yer bulup minikleri seyre koyuldum. Rengarenk giysilerle bir çiçek denizini andıran,cıvıl cıvıl görüntüler içerisindeki çocuklarımızı görmek insana gerçekten gurur veriyordu.Yarının ümitleri olan bu yavruların gözlerindeki riyasız sevginin,yüzlerindeki o saf gülücüklerin hiç eksik olmamasını arzu ediyordu insan.Aydınlık yüzleri ile görev bilinci içinde okudukları şiirleri ve tüm içtenlikleriyle avaz avaz söyledikleri şarkıları dinlerken,benliğimi tutsak alan duygu selinin çıkmak için göz pınarlarımı zorlamasına engel olamadım.Peki tüm bu güzelliklerin yanı sıra biz büyükler olarak gelecek için iyi bir ortam sağlıyabildikmi acaba.Ben bu konuda üzülerek "Evet" diyemiyeceğim.Çünkü, doğduğu andan itibaren binlerce dolar borçla hayata merhaba diyen,Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve ınkilaplarının hiç birini doğru dürüst koruyamadığımızdan,onlara yaşanılası bağımsız bir ülke yerine dışa bağımlı bir ülke bıraktığımızdan dolayı gerçekten üzgün ve karamsarım.Ülkemin bu duruma gelmesinde elimde olmayan nedenlerle benim de dahlim olduğu için çok mutsuzum.Onlara,"size iyi bir miras bırakamadığımız için özür dilerim"de diyemiyorum.Çünkü bana soracakları"Niçin'e"verebilecek yanıtım olamıyacaktır.Ve onlar bu kısır döngü içinde yaşamlarını sürdürebilmek için verecekleri amansız mücadelede bana küfretseler herhalde haksız sayılmazlar.Oysa, 92 yıl öncesi bizim bağımsız yaşayabilmemiz amacıyla emperyalist güclere karşı,dünyada bir örneği dahi bulunmayan mücadelede dökülen kanlar üzerine kurulan ülkeme ben sahip çıkamadığım için tekrar tekrar özür dilesem beni affedeceklerini hiç sanmıyorum. Fakat,ben yine,başta,Büyük Atatürk olmak üzere tüm çocuklarımızdan,63 yıllık yaşamımın büyük bir aymazlık içinde geçtiği için binlerce defa özür diliyorum.Lütfen beni affedin.Affetmek büyüklüğün şanındandır. Sizlerinki kadar saf olmasa bile, sevgi ile, yaşam pırıltısı dolu gözlerinizden öperim sevgili çocuklar. Yücel SULAR

23 Nisan 2007

UMUDUN BİTTİĞİ AN (1)

Kasabanın balıkçılarına parasal yönden zarar veren büyük fırtına geçeli yaklaşık dört yıl olmuştu.Tamamen unutulmasa bile, ara sıra kahve sohbetlerinde konuşulduğu oluyorsa da eski heyecanından eser yoktu.Sohbet edenlerin, o günkü izlenimlerinden belleklerinde kalan olayın mizahi yönüydü.Oysa,fırtınanın ilk yıllarında “O gün”bir milat olmuştu sanki.Herhangi bir oluşum anlatılacağında Fırtına dan önce veya fırtına dan sonra diye gün belirtilirdi.Kasabaya yeni gelenlere tüm fırtına gecesi baştan sona en ince ayrıntılarına kadar anlatılır ve bu konuda yorumlar yapılırdı.Üzerinden zaman geçtikçe herşey gibi o da unutuldu gitti.

Fakat ,fırtınayı her an için belleklerde tazeleyen bir Mustafa faktörü vardı.Kasabada kim Mustafa’yı görse ister istemez o geceyi anımsıyordu.

Mustafa o günden beri hiçbir işin ucundan tutmadığı gibi fırtına gününde ki yaşamına aynen devam ediyordu,tabi buna yaşamak denirse .Yağmur,çamur demeden hergün barınağa geliyor ve en son balıkçı teknesi barınağa girinceye kadar mendireğin üstünde bekliyordu.

Bakımsızlıktan yuvasına çökmüş mavi gözlerinin etrafında siyah halkalar oluşmuş,yıllardır berber koltuğu görmeyen saçları neredeyse beline kadar uzamış,sakalları ise göbeğini bulmuştu.Bakımsızlık ve kirden birbirine karışan yapış yapış olmuş saç ve sakalından yüzünde sadece elmacık kemikleri ile burnu görünüyordu.Bıyıklarının tamamen kapattığı ağzını bile görmek mümkün değildi.Sırtında,hiç çıkartmadığı eski asker kaputu benzeri paltosunun etek kenarları lime lime olmuş, yaka ve kol ağızları ise kirden renk değiştirmişti.Önünden iki düğmesi kopmuş pantolonu ve çorapsız ayağına giydiği kara lastikleri kıyafetini tamamlıyordu.Tek aksesuarı ise başındaki şapkasıydı.Yine kimseyle konuşmuyor ve yine arkadaşlarının balığa çıkma teklifleri havada kalıyordu.Bazen balık dönüşü teknelerden verilen balıkların bile yüzüne bakmıyordu.Barınağa her gelişinde mendirekteki yerine çıkmadan,teknesinin demirli olduğu yere takılıyordu gözleri.Boş ve anlamsız bakışlarla dakikalarca bıkıp usanmadan bakıp,ara sıra başını iki tarafa sallayarak mendirekteki yerine gidiyordu.Fakat eskisi gibi kimse yadırgamıyor ve umursamıyordu bu hareketlerinden dolayı Mustafa’yı.Sadece anası ve babası,birde eski halini çok iyi bilen arkadaşları vahsınıyorlardı. Gerçek Mustafa tabi ki bu değildi.İri mavi gözler,dalgalı kestane rengi saçlar,düzgün bir ağız burun ve sırım gibi bir vücutla yakışıklı bir delikanlıydı.Halbuki şimdi öyle mi ya....

Ailesi birkaç kez doktora götürdükleri halde hiçbir olumlu gelişme olmadı.Tavsiye üzerine yakın çevrede bulunan hocalara da götürüldü,çeşitli muskalar yazıldı,dualar okundu fakat yine de eski hamam,eski tas,değişen hiçbir şey yoktu.Peki sonu ne olacaktı,bu işin birde yaşlılığı vardı.Hernekadar şimdilik annesi babası bakmağa çalışıyorlarsa da gelecekte onlar bu hayattan göçtüklerinde ne olacaktı,kim bakacaktı Mustafa’ya geçimini kim sağlayacaktı.Annesinin, geceleri uykusunu kaçıran ,tedirgin eden üzen tek konu bu idi.Ara sıra kocası ile dertleşip çözüm aramalarına rağmen hiçbir sonuca ulaşamıyorlardı.Acaba Mustafa’da annesinin bu durumunu görüp kendi geleceğini düşünüyormuydu? Tabi ki düşünüyordu o da biliyordu ki bu şekilde yaşamanın sonu yoktu.Çok sıkıldığı zamanlarda ölümü kurtuluş olarak seçmek istemiş lakin cesaret edememişti.Hayatla olan bağlarını bir parça olsun yenileyebilseydi her şeyin değişeceğini düzeleceğini bildiği halde,yüreğinde sürekli ağlayan hüzünlü çocuğu susturamadığı için yaşamına dört elle sarılamıyordu.Oysa o çocuğa hükmedebilse veya hükmetse her şey düzelecekti.Ayrıca tüm yaşamını kötü kaderine bağlamış ve bunun ne yaparsa yapsın hiç değişmiyeceğine inandırmıştı kendini.Bunun için hiçbir çaba gösterme gereği duymuyordu.

Fakat son üç aydır,azda olsa hareketlerinde bazı değişiklikler gözleniyordu.Örneğin;ilçeye Pazar kurulan Çarşamba günleri barınağa gitmiyor,Pazar yerinin girişi sayılabilecek bir yerde cami duvarının dibine oturuyor,pazar dağılıncaya kadar gelen geçeni seyrediyordu.Arada kendisine laf atanları cevaplamasa bile gülerek karşılık veriyordu.Bu değişikliğin sebebi neydi,herkes kendine göre bazı cevaplar buluyorsa da sonunda bulduğu cevaptan kendisi bile tatmin olmuyordu.Ve bir gün,gören herkesi şaşırtan bir olay daha gerçekleşti.Mustafa’nın ,yıllardır kesmediği ve kirden birbirine yapışmış saç ve sakalından eser yoktu.Yüzü gözü meydana çıkmış,giysileri eski olmasına rağmen bir adam kılığına girmişti.Yanından geçen herkese gülerek başı ile selam veriyordu.Görenler bu durumu hiç te hayıra yormuyor,”Sonunda kafayı yedi zavallı”diyorlardı.Fakat Mustafa’nın gerçekten de öyle bir hali yoktu.Şimdi, kasaba halkı daha da meraklanır olmuştu Mustafa’daki gelişmelere.Sebep neydi böyle olmasına ,oysa 4 yıldır yaşama tamamen küsmüş bir kişiyi geriye döndüren sebep ne olabilirdi ki.Gerçi yaşama dönmesine tanıyan tanımayan herkes sevinmişti ama sebep neydi.....Mahalle komşuları sürekli anasını şıkıştırıyorlardı “nerede buldun bunun çaresini”diye.Kadın ne kadar haberim yok dediyse de kimseyi inandıramıyordu.Bu sorulardan çok sıkılan kadın,oğlunun tekrar yaşama dönmesine bile doyasıya sevinemiyordu.Ve bir gün asılsız bir senaryo üreterek “rüyasında aksakallı bir dede gördüğünü,onun önerisi ile guz yakadaki bir çeşmeden su aldığını ve bu suyu Yukarıbelen köyündeki hocaya okutup 7 gün süreyle Mustafa’ya içirdiğini sonunda da Mustafa’nın düzeldiği”yalanını söyledi.Bu haber ağızdan ağıza dolaştı,çeşmenin ünü kasabayı aştığı gibi tüm yakın çevreye de yayılmış oldu.Artık her derde deva olan bu çeşmenin suyundan almak için millet kuyruğa giriyordu.Mustafa’nın iyileşme sebebi yalan da olsa öğrenilince kasaba halkı epeyce rahatlamıştı.

İlçenin ileri gelen esnafları kendi aralarında toplanıp Mustafa’nın iyileşmesi şerefine onu tepeden tırnağa donatmak için harekete geçtiler.Elbiseler alındı iç çamaşırları çorapları ve ayakkabısı tamamen yenilendi.Ve bir Çarşamba günü Mustafa bunların hepsini giyip pazarın yolunu tuttu.Her zaman oturduğu cami duvarının dibine geldi,fakat bu defa yeni giysileriyle yere oturmadı kahveden aldığı sandalyeye kurulup gelen geçeni seyre koyuldu.Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra yanına arkadaşlarından Halit geldi,bir müddet bakıştılar daha sonra Halit “gel benimle” dercesine koluna girdi,Mustafa gitmemek için biraz olmazlandı ise de fazlaca ısrarcı olmadı.Hiç konuşmadan ilçedeki tek restoranın kapısından içeri girip bir masaya oturdular.Halit gelen garsona gerekli siparişleri verdi,ilk kadehler yudumlanırken Halit “anlat bakalım şu dört yılı ve son gelişmeleri, neler oluyor neydi o hallerin”dedi.Mustafa masaya diktiği gözlerini yavaşça kaldırıp,yıllardır ilk defa ağzını açtı ve “bana geçmişi sorma,çünkü olanların sebebini ben de bilmiyorum,fakat bugünü sorarsan onu anlatabilirim”dedi.Halit’in içini bir sevinç kapladı,dört yıldan beri kimseyle konuşmayan Mustafa ilk defa onunla konuşuyor ve Mustafa’daki değişikliği ilk olarak kendisi dinleyip öğrenecekti.Mustafa,aylardan beri kendisinde büyük değişik yapan olayı birileriyle paylaşmak için can atıyordu,fakat başta annesi olmak üzere, dört yıldır, konuşmadığını bilenler sormağa cesaret edememişlerdi.

Mustafa kadehinden bir yudum daha aldıktan sonra,bu konuşmanın aralarında kalacağına dair Halit’ten söz alıp başladı anlatmağa;”Üç buçuk ay önce bir Çarşamba günü,herzamanki gibi limana gitmek üzere evden çıktım.Pazar yerinden geçerken kimin nesi olduğunu ve ismini bile dahi bilmediğim bir kadın gördüm,dikkatlice bakınca parmağında yüzüğü olmadığını farkettim,demek ki evli değildi.İçimde bir kıpırtı oldu,heyecanlanmıştım,yüreğime ılık ılık bir şeyler akıyordu,içimdeki durmadan ağlayan çocuğun sesi de keşilmişti,ne oluyordu bana, daha ilk defa gördüğüm bir insan beni neden bukadar etkilemişti.Ve ondan sonra her hafta onu görebilmek ümidiyle pazara gidip bekledim.Göremediğim haftalar gerçekten çok üzülüyor ve özlüyordum.Fakat içinde bulunduğum durumu da biliyordum,bu şartlar altında onun dikkatini çekebilmem mümkün değildi, Mutlaka bir şeyler yapmam gerekiyordu.Ne yapabilirdim ki?Herkes bana deli gözüyle bakıyordu,bu bakışı değiştirebilmem mümkünmüydü.Eğer bu duygu, karşılıksız da olsa AŞK ise bu “deli” imajımı silmem gerekiyordu ama nasıl?..Günlerce düşündüm ve sonunda traş olmakla başladım işe,işte sonunda şimdiki gibi karşındayım ve ilk defa seninle konuşuyorum.Şu an için bir başkasına da anlatmam mümkün değil çünkü,hiçbir işin ucundan tutmuş değilim ve yıllarca yaşadığım o sorumsuz hayatın etkisini biranda üzerimden atabilmem olanaksız.Zaman içerisinde kurtulacağımı biliyorum amma bu ne kadar sürecek, onu kestirebilmeyi çok isterdim fakat içinde bulunduğum psikolojik ortamda bu çok zor.” Anlatılanları sessice dinleyen Halit “Peki ne yapmayı düşünüyorsun,mutlaka aklından geçen bir şeyler vardır.Hem sonra şu kızı bende merak ettim uygun bir zamanda bana gösterebilirmisin?belki benim bir tanıdığım olabilir”dedi.Aralarında ki sohbet geç vakte kadar devam etti.Birbirlerine veda ederek ayrıldıklarında saat gecenin 1 i olmuştu.Mustafa eve geldiğinde anasının yatmadığını görünce biraz da onunla konuştu, geçmişten ve gelecekten hiç bahsetmediler,sanki o olanlar hiç yaşanmamıştı.

Sabahleyin sahile indiğinde Hasan reis karşıladı kendisini.Ayaküstü birkaç kelime konuştuktan sonra kahveye gittiler.Çaylar yudumlanırken dereden tepeden bir sohbet başladı aralarında.Hiç birisi ve bilhassa Hasan reis geçmişten bahsetmemeye özen gösteriyordu.Reisin amacı Mustafa’ya yardımcı olabilmekti,çünkü Mustafa’nın kalitesini iyi biliyordu.Bir ara “benimle çalışırmısın Mustafa”deyiverdi,Mustafa reisin gözlerinin içine bakarak ve heyecanla”ciddimisin reis “dedi.O gece Hasan reisin 16 metrelik teknesinin kulesinde iki kişi vardı.Bunlardan birinin heyacandan ve sevinçten neredeyse kalbi duracak gibiydi.Tabi ki bu Mustafa’dan başkası değildi.On onbeş gün bu böyle devam etti.Yine bir gün teknenin kamarasında sohbet ederlerken Hasan reis;”Mustafa görüyorsun ben 60 yaşına geldim,deniz artık beni eziyor, ayrıca geceleri romatizma ağrılarından gözüme uyku girmiyor,ben biraz dinlenmek istiyorum,kasabada da bu işi senin kadar iyi bilen birileri varsa da hiç birine senin kadar güvenmem.Beni biraz dinlendirirmisin?arada ben sana yine yardımcı olabilirim”diye bir teklif sundu.Mustafa ilk anda şaşırdı,ne diyeceğini bilemedi heyecandan dili damağı kurumuştu.Titreyen bir sesle “Hasan abi,çok sağol fakat ben yıllardır bu işten ayrı kaldım,sende çok iyi biliyorsun ki,deniz hata affetmez.Ayrıca bana teslim edeceğin malının değeri ise benim kaldıramıyacağım büyüklükte,bu sorumluluğa şimdilik girebileceğimi sanmıyorum.”dedi.Fakat Hasan reis pes edecek gibi görünmüyordu,sonunda da Mustafa’ya bu işi kabul ettirdi.

Bu anlaşma kasabaya çabucak yayıldı,yayıldı ama ,Başta Hasan reisin aile efradı olmak üzere bir çok kişinin karşı çıkmasına rağmen değişen hiçbir şey olmadı.Ve bir akşam üstü Mustafa heyecan,korku ve telaştan bacakları titreye tıtreye iskeleden yürüyerek tekneye çıktı,teknedekilere selam verip kuleye ulaştığında eli,ayağı buz gibi olmuş, ayaklarının titremesine bir türlü mani olamıyordu.Bir yudum su içti,herşey çok iyi olacak diye geçirdi içinden.Başını cevirip komut bekleyen tayfalara “Herşey hazırmı uşaklar demir alıyoruz ha”dedi.Aşağıdan tamam cevabını alınca titreyen parmakları kontak anahtarını çevirirken avazı çıktığınca RASGELE ALLAH UTANDIRMASIN diyebildi.

Yücel SULAR

09 Nisan 2007

Umudun Bittiği An

Eylül ayının öylesine günlerinden biriydi. Güneş son ışıklarını yeryüzüne göndermege çalıştığı bu saatlerde iskelede pek çoğu amaçsız bir telaşı görmek için mutlaka gözlemci olmaya gerek yoktu.Bazıları ciddi olarak gece için teknelerini hazırlarken bazıları ise sözde yardım eder gibi görünüp akşama teknede kendilerine bir yer ayarlayabilmenin ince hesaplarını yapıyorlardı.Her ne kadar her teknenin tayfası belli idiysede yine de bir “acaba” gibi bir ümit vardı içlerinde.Çünkü bu kişiler için yıllardır hayallerini süsleyen ve bu güne kadar gerçekleşmesi mümkün olmayan fakat “Belki leri”olan ümitsiz bir ümitti bu.Aslında geçmiş yıllarda onlar da bir balıkçı teknesinin tayfalarıydılar.Herkes gibi sezon sonunda paylarını alıyorlardı,ancak hayalleri öyle büyüktü ki aldıkları paylarla bunların gerçekleşmesi söz konusu bile olamazdı.İşte bu nedenle sık sık tekne değiştirmeleri, sonunda onları işsiz bıraktı.Bazen birkaç günlüğüne balığa çıkabiliyorlarsa da sonuç, geçmiş senelerden çok daha kötüydü.Oysa pek çoğu, yıllarca kendisinin reisi olacağı yeni bir takım düzebilmenin düşünü kurmuştu ama, yoksulluk bırakmıyordu yakalarını.İlçedeki bankaya da müracaat edilmişti kredi için,fakat açılacak kredi karşılığı istenilen teminatı bulabilmek mümkün değildi.Bazıları kaderlerine razı olup denize olan tutkularını erteleyerek yerin yüzlerce metre altında balıkçılık hayalleri kurarak kömür çıkartmağa gitmiş,bazıları ise inatla balıkçı barınağında son tekne denize açılıncaya kadar beklemeyi yeğlemişti.Günün birinde mutlaka onlarında bir tekneleri olacaktı ama ne zaman?İşte bunun cevabını verebilmek onlar için çok ama çok güçtü.

Bunların haricinde birisi daha vardı ki onun kaderi hiç birine benzemiyordu.Ümitlerini tam gerçekleştireceğine inandığı anda herşey tersine dönmüş durumu, onlardan çok daha beter olmuştu.İşte Mustafa’nın öyküsü böyle başlamıştı.

Çalışanları, mendirek duvarının dibine çökerek saatlerce bıkmadan izleyen Mustafa ,son tekne de denize açılınca mendireğin üstündeki her zamanki yerine çıkıp oturdu Gömlek cebinden bir sigara çıkarıp yaktı derin, derin birkaç nefes çektikten sonra karanlığın içindeki tekneleri görebilmek gayretiyle lacivert sulara dikti gözlerini. Teknelerin makine sesleriyle tatmin olmuyordu,mutlaka onları görebilmeli, o an için teknenin içinde yaşananlara ortak olmalıydı.Ama boşuna,boşuna bir uğraş veriyordu,çünkü onları görebilmenin mümkün olmadığını o da biliyordu,fakat içindeki belki yi atabilmesi olanaksızdı.

Mustafa, fakir bir ailenin ikinci çocuğuydu.Babası bu küçük ilçede ayakkabı tamirciliği yaparak ailesine bakmağa çalışıyor,annesi de bazen zengin ailelerin ev işlerine giderek aile bütçesine katkıda bulunuyordu.Kendisinden beş yaş büyük olan ağabeyi ilkokulu bitirdikten sonra uzun süre demirci çıraklığı yapmış daha sonra madende çalışmaya başlamıştı.Mustafa’nın tek aşkı denizdi, onsuz bir yaşamı hayal bile edemiyordu.Bu nedenle ilkokul bitince tüm günlerini deniz kenarında geçirir oldu..Babasının ısrarı ile girdiği berber çıraklığına sadece bir hafta dayanabilmişti.Çünkü onun hayali berber olmak değil,kendi alamanası ile namlı bir balıkçı olup anne ve babasını bu yoksul yaşamdan kurtarmaktı.Yıllar bu hayallerle geçti.17 yaşında büyük bir balıkçı teknesine tayfa oldu.Dört yıl yılmadan ve bıkmadan bu teknede çalıştı hemen, hemen balıkçılığının tüm inceliklerini öğrendi.Artık kendisi de bir balıkçı teknesinin reisliğini yapabilecek düzeye gelmişti..Çalıştığının son iki yılı geçmiş yıllara oranla daha bereketli geçtiğinden payına düşen para hiçte fena değildi.Her zamanki gibi, geleceğe hazırlık yapabilmek amacıyla parasının tamamını yine babasına verdi.Askerlik dönüşü tek bildiği ve sevdiği işi yapmaktan başka umarı olmadığından dört pay hesabı ile küçük bir tekneye reis oldu.Reis olma hayali gerçekleşmişti ama yine pay hesabı çalışacaktı,yani arzuladığı tekneye sahip olamamıştı.Ancak bir sezon çalışabilmişti bu teknede,tekne sahibi ile pay bölüşümü yüzünden kavga edince işi bıraktı.

Mümkünü yoktu mutlaka bir tekne alması gerekiyordu.Babasında biriktirdiği para ile ancak 6,- 6,5m.büyüklüğünde 10 hp.motor gücünde bir tekne alabiliyordu.Günlerce düşündü en sonunda tekneyi almağa karar verdi, zaman içerisinde büyütürüm diyordu.Nihayet küçükte olsa onunda bir teknesi olmuştu.Harç borç birde voli ağı alıp tekneye koyduktan sonra bulduğu üç tayfa ile balıkçılığa başladı.İşleri hiçte fena değildi,gündüz çapara balıkçılığı geceleri de ağ balıkçılığı yapıyordu.Böyle giderse iki üç yıl sonra hayaline kavuşabilirdi.Bu heyecanla gece gündüz demeden çalışıyordu.

Bir balık dönüşü,teknesini yapılmakta olan balıkçı barınağında büyük bir taşa bağlayarak demirledi.Akşam üstü çıkan karayel gittikçe hızını arttırdığı için gece balıkçılığı olmayacaktı.Bir müddet sağda solda oyalandıktan sonra eve gitti.Gecenin ilerleyen saatlerinde evin kapısı kırılacakmış gibi vuruluyordu,kapı sesine önce annesi sonra da Mustafa kalkmıştı.Dışarıda öyle bir fırtına vardı ki kapıyı bile zor açtı.Gelen arkadaşı ile kısa bir konuşma geçti aralarında, telaşla yukarı çıkıp giyindi.Askıdan yağmurluğunu sırtına alıp sokağa fırladı.Arkadaşı ile beraber fırtınaya karşı yürümeğe çalışıyorlardı.Fakat adım atmanın bile güç olduğu bu ortama birde sağnak yağmur eklenince 700-800 metrelik yolu 15 dakikada alabilmişlerdi.Gecenin sabaha yakın bu saatinde sahilde büyük bir kalabalık toplanmıştı.Herkes bir şeyler söylüyordu ama fırtınanın etkisiyle söylenenleri anlamak mümkün değildi.Aslında söylenenler Mustafa’yı hiçmi hiç ilgilendirmiyordu.O sadece kayığının derdine düşmüştü. Yaklaşabildiğince yaklaştı kıyıya, daha ileri gitmesine, sandal çekek yerine kadar gelen ve buradan yola çıkan dev dalgalar engelliyordu.Yapımı devam eden balıkçı barınağına baktığında köpüren denizden başka hiçbir şey görünmüyordu. Mendireğe dökülen tonlarca ağırlığındaki büyük kayalardan eser yoktu, yaklaşık 250 metre uzunluğundaki mendirek sanki hiç yapılmamıştı.O an bir ateş düştü yüreğine ,büyük bir olasılıkla teknesi batmıştı, ümitleri ve geleceği ile birlikte denizin dibinde yatıyordu.İnşallah böyledir diye düşündü.Hiç olmazsa fırtına durduğunda çıkartıp tamirini ve bakımını yapabilirdi.Ya azgın dalgalar tekneyi önüne katıp taştan taşa vurup parçaladı ise.Bu olasılığı düşünmek bir yana aklına getirmek bile istemiyordu.Çünkü o tekne tüm yaşamı, hayalleri ve tek ümidiydi.Onu elde edebilmek için yıllarca el kapılarında ölesiye çalışmış,aşağılanmaya horlanmaya ve küfürlere hiç sesini çıkartmamış hayalleri için hep sabretmişti.

Korkunç dalgalar tüm ümitlerini götürdüğü gibi tüm dünyasını da karartmıştı.Her şey bitmişti onun için.Dikildiği yerden boş gözlerle devamlı bir noktaya bakıyordu.Sağnak yağmur ve fırtına umurunda bile değildi,çünkü içinde kopan fırtınanın tarifi mümkün değildi.Boğulacak gibi oluyordu.Haykırmak bağırmak yaşadıklarına isyan etmek istiyordu ama hepsi boştu.Dikildiği yere kadar gelen ölü dalgalardan kasıklarına kadar ıslandığı halde umursamıyordu bile,sanki bacakları kendisine ait değildi.Bir müddet sonra omuzuna dokunan el ile kendisine geldi.Bu el teknedeki tayfalarından Adem’e aitti.Adem sessizce Mustafa’nın koluna girdi,ölü dalgaların ulaşamadığı yere kadar gerilediler.Sessizliği Adem bozdu ;

-Belki sadece batmıştır,fazla hasar yoktur be reis, diyebildi.Tüm konuşma bu cümle ile bitmişti.

Şafak söküyordu ama fırtınanın dineceği yoktu.Sanki Mustafa’nın teknesinin parçalanmamış kısımlarını da kırmak dökmek istiyordu.Mustafa yavaşça oturduğu yerden kalktı arada bir arkasına baka baka sahilden ayrıldı,hiçbir yere uğramadan doğruca eve gitti.Tam iki gün sokağa dahi çıkmadığı gibi merak edip ziyaretine gelenlerle bile görüşmedi.Üçüncü gün sabahı erkenden çıktı.Doğruca sahile indi,fırtına dinmişti fakat mendirekten eser yoktu.Teknesini demirlediği yeri bile tahminde zorlandı.Kıyıdaki kayıklardan birini çözdü kürek çekerek teknesini demirlediği yere geldi.Çok dikkatli bakmasına rağmen tek gördüğü ,suyun dibindeki, fırtınadan yuvarlanmış mendireğin devasa kayalarıydı.Günlerce ayni yeri defalarca aradığı halde teknesiyle ilgili en ufak bir bulguya dahi rastlayamadı.

Fırtınadan 10-12 gün sonra bir arkadaşı “mendireğin içinde voli ağının mantar yakasının su üstüne çıktığını”bildirdi.Bu ağ onun ağı olabilirdi.Arkadaşı ile birlikte kayıkla voli ağının bulunduğu yere gittiler.Mustafa mantar yakayı tutup çektiğinde sadece birkaç kulaç kadar gelebildi.Tüm çabalarına rağmen ağı çekmek mümkün görünmüyordu.Ağın su içindeki kısmını gözü ile takip edip baktığında görünen üst üste yığılmış kocaman kayalar ve altında Mustafa’nın volisi.Olduğu yere çöktü başını ellerinin arasına aldı ve hıçkıra hıçkıra,bağıra bağıra ağlamağa başladı.Arkadaşının teselli etme gayreti boşunaydı.

O günden sonra Mustafa,annesi babası dahil hiç kimse ile konuşmadı.Her gün sahile inerek bir kenara oturup saatlerce denize bakıyordu.Sanki bir şeyler bekler gibi bir hali vardı.Bir gün bir mucize olacak,dalgaların yuttuğu teknesi yine dalgalarla geri dönecekti.

Balıkçı barınağının yapımı bittiğinde yılın 365 günü Mustafa’nın mekanı olmuştu.Tüm gününü mendirekte oturup gelen giden tekneleri seyrederek geçiriyordu.Balıkçı arkadaşlarının tüm ısrarlarına rağmen bir gün bile balığa çıkmadığı gibi tek kelime bile konuşmuyordu.Çünkü ümidinin bittiği yerde tüm yaşamla ilişkisini kesmişti.

eXTReMe Tracker